Merhaba çaydanlık,
İşe geldim.
Perdeleri açtım
Pencereleri araladım.
Masaya bardağı koydum.
Senin aydınlığını koydum.
Fesleğenleri ve Maydanosları koydum.
Gülümsüyordun, gamzenden aşırıp ufak bir parça koydum.
Eflatun orkideler kapı arasından bakıyordu
Onlara gülümsedim.
Çalışmaya başladım.
Atladığım bir ayrıntı olabilir mi diye baktım.
Hayır yoktu.
Şimdi gelelim söyleyeceklerime;
Çok üzgün olarak belirtmek zorundayım ki,
Onlar, senin elbiselerin değildi.
Senin olsa tanırdım.
Sen ikinci bir elin değdiği bir satıcıdan alırsın mutlaka elbiselerini.
Başkası olsa burun kıvırır da,
Sen giyilmişlik yaşanmışlıktır dersin.
Ötene berine oturdu mu,
Yıkayı verir geçirirsin üstüne.
Kırk yıllık elbisen gibi de sahiplenirsin üstelik.
Herkes sahiplenmez bilirim.
Zordur yani.
Sokak derler, ayırırlar bir kenara.
Oysaki sokaklar beslemiştir onları.
Çöpleri iki gün kapıdan alınmasa kurtalacaktır mahalleleri
Hani senin çok sevdiğin Limon ağacı var ya.
Ona bakarken düşündüm bütün bunları.
Sana ait olmayan duyguların da esiri olma çaydanlık.
Hayat gerçekten kısa.
Biri beni eleştirirse onu başımda taşırım.
Biri beni taşlarsa taşlarını ayıklarım.
Biri bana gülerse ben de gülerim.
Gördüğün gibi birinde biraz daha emek harcıyoruz ama,
Oluyor işte.
Gelelim elbiselere.
Vallahi olmamıştı.
Yoksa der miyim hiç, bu elbiseler senin değil.
Özlüyorum ben seni ne yapabilirim.